Vinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo SliderVinaora Nivo Slider

SAVALAN - DEMAVEND DAĞLARI TIRMANIŞ FAALİYET RAPORU 16-23 TEMMUZ 2016

SAVALAN - DEMAVEND DAĞI TIRMANIŞ HİKAYESİ

16-23 TEMMUZ 2016

HAZIRLAYAN : Özhan ESEN

Yurtdışında bir dağa tırmanma fikri her ne kadar bazı arkadaşlarımızın çok uzun süreden beri hayalinde olsa da ekip olarak ciddi ciddi 2014 sonunda dillendirilmeye başladı diye hatırlıyorum. Türkiye içinde yüksekleri keşfettikçe ve diğer dağcı dostların yurtdışı maceralarını takip ettikçe bizim de iştahımız kabardı açıkçası. 2015 yazında ülkemizin en yüksek noktası Ağrı Dağı’na  adım attıktan sonra ufkumuz tamamen açıldı demek yanlış olmaz. Dönüş yolunda kesinleştirmiştik yurtdışında bir zirve hedefini. Alternatifleri belirledik ve zorluk derecelerine göre sıraya soktuk hepsini. İlk sırada gerek teknik açıdan gerekse de zaman ve mesafe açısından avantajlı görünen Demavend Dağı yer aldı. Aradan biraz zaman geçtikten  ve mevcut raporları okuduktan  sonra İran gibi bir ülkeye her zaman gitmeyiz, gidemeyiz diye düşünüp Savalan zirvesini de yapalım diye geçirdik içimizden. Planlamamızı yaparken bazen karamsarlığa da düştük açıkçası. Çünkü iki dağın arası 700 km. civarındaydı ve sadece 6 günümüz vardı tüm bu hedeflere ulaşmak için. Sponsorumuz yoktu ve sezon içinde arka arkaya bir çok yurtiçi tırmanışı yaptığız için ekonomik olarak da mütevazi olmak zorundaydık. Uçak biletlerimizi de aldıktan sonra planlama konusunda detaylar üzerimizde iyiden iyiye ağırlığını hissettirmeye başladı. Anlayacağınız arka planda hiç de kolay olmuyor bu işler.

Burada sadece iki dağın tırmanış hikayesini değil ülke olarak hemen yanı başımızda belki  hiç haberimizin olmadığı belki de bir çok önyargı ile donatıldığımız bir coğrafyanın da  hikayesini bulacaksınız yer yer. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Bu sorunun cevabını verebilmek zor ama İran kesinlikle okuduklarımızdaki gibi bir ülke değil. Gezmeseydik aklımızda hala başka bir İran olacaktı. Başlayalım.

Geçen yıl bizler Ağrı Dağı’na çıkarken ülkemizde siyasi-askeri tansiyon yükselmiş ve biz indikten sonra da dağ tırmanışa tamamen kapatılmıştı, şanslıydık. Sırası gelmişken kısaca yol planımızdan bahsedelim. İzmir’den 16 Temmuz 2016 sabah 06:00 uçağı ile Van’a gidilecek, aynı gün Van’dan daha önceden anlaştığımız bir minibüsle Özalp Kapıköy geçilecek ve duruma göre Tebriz zaman yeterse Meshginsehr’e kadar devam edilecek ve bir otelde konaklanacaktı. Fakat malumunuz 15 Temmuz gecesi işler karıştı. Her anlamda yıkılmış ve umutsuzluğa düşmüştük. Uçağımız sabah 6’da olmasına rağmen durumu yerinde görelim diye gece yarısından havaalanına gitmeye karar verdik. Havaalanına vardığımızda net bir şekilde İstanbul ve Ankara yolcularının çilesini gördük. Kimse ne olacağını ne yapacağını bilmiyordu. Heyecanla tabelaları ve iç hatlar apronlarını gözlerken uçağımızın orada olduğunu gördük ve çekimser bir şekilde sevindik. Saatler yaklaşınca uçuşumuzda bir sorun olmadığını görünce çekimserliği bir kenara attık ve heyecanla işlemlerimizi yaptırdık. Evet gidiyorduk, gidiyorduk ama yine şanslıydık. Çünkü uçuşumuz aktarmalı olsaydı bir yere kıpırdayamayacaktık sonradan anladığımıza göre.

2 saat civarında bir yolculuktan sonra müthiş bir Van Gölü ve Artos Dağı manzarası eşliğinde indik Ferit Melen Havaalanına. Bizi Van’da ekip üyemiz Mücahit ağabeyimizin kardeşi Hasan Bey ve tüm yolculuğumuzda bizimle olan ve artık ekibimizin bir üyesi olarak kabul ettiğimiz şoförümüz, tercümanımız, rehberimiz Türk asıllı İran vatandaşı Ferşid  (ismini yanlış yazıyorsak kusura bakma Ferşid kardeşim)   karşıladılar. Beraber mükemmel Van Gölü manzarasında sağlam bir kahvaltı yaptık. Vakit kaybetmeden yola koyulduk çünkü gidilecek çok uzun bir yolumuz vardı. Saat 11 gibi Van’dan ayrıldık ve 100 km ötede sınır kapısındaydık saat 13 sıralarında. Bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Türkiye sınırı açıktı ancak İran kapılarını kapatmış ve kendi vatandaşları dışında kimseyi almıyordu içeriye. Birkaç telefon görüşmesi neticesinde durumun ciddiyetini anladık ve Van’a üzülerek geri dönmek zorunda kaldık. Haberleri izledikçe daha da üzülüyor adeta kahroluyorduk. Hem ülkemiz tarihinin en büyük kaosunu yaşıyordu, hem biz hayallerimize doğru gidemiyorduk, hem de gidebilsek bile döndüğümüzde nasıl bir ülkeye dönecektik bunu bilemiyorduk. Psikolojimiz allak bullak olmuştu ve moralimiz çok bozuktu. Van – İzmir biletlerimiz bir hafta sonrasınaydı, yani Van’da kalakalmıştık. Biraz dinlendik, uyuduk. Çoğu arkadaşımız Van Kalesi’ni ve civarını gezmeye gittiler. Akşam yemeğinden sonra (kişi başı 40 TL ödedik) farklı planlar yapmayı düşündük. Eğer İran’a gidemezsek Artos,Süphan gibi çevredeki zirveleri deneyecektik. Kimsenin konuşası gelmiyordu, içimizde derin bir hüzün vardı ve sabah ola hayrola deyip sınırdan gelecek son habere kadar dinlenmeye geçtik.

Pazar sabahı Van’ın o geniş ve temiz caddelerinden birinde yanlış hatırlamıyorsam Simitevi’nde güzel bir kahvaltı yaptık. Konakladığımız yere döndük ve gelecek haberleri beklemeye başladık. Bu arada Van’da bir sendikanın misafirhanesinde konakladık. Temiz güzel ve merkezi bir yerdi , üstelik geceliği sadece 25 TL ödedik. İletişim bilgilerini yazının sonunda bulabilirsiniz. Ve nihayet muhteşem bir haber geldi. Sınır kapıları karşılıklı olarak açılmıştı ve hiçbir sıkıntı yoktu. 5 dk da hazırlanmış ve araçta yerlerimizi almıştık. Yine 2 saat kadar yolculuk ve artık sınırdayız. Derme çatma prefabrik yapılardan oluşturulmuş gümrük ve pasaport polisi alanları. Pasaport polisi arkadaş bizim İzmir’li olduğumuzu öğrenince çok sevindi. O da İzmirliydi, 3 yıldır Kapıköy’deydi ve tayini çıkmıştı artık İzmir’e kavuşacaktı ama 15 Temmuz olayları nedeniyle tayini durdurulmuştu. Üzgündü polis arkadaşımız, bizimle mutlu oldu bir nebze. Orada çalışan polis ve gümrük teşkilatı mensubu arkadaşların işleri gerçekten çok zor, kendilerine kolaylıklar, sabırlar ve cesaret diliyoruz, biz hepsini çok sevdik bizlere çok yardımcı oldular, hepsine çok teşekkür ediyoruz. Umarız ki yetkililer orada bulunan çalışanların fiziki ve sosyal şartlarını bir an önce ülkemize yakışır bir noktaya taşırlar.

Sınırda işlemlerimiz çok uzun sürmedi, rahat bir şekilde İran tarafına geçtik diyebiliriz bir iki ufak teknik aksaklık dışında. İran tarafındaki yetkililerle de biraz muhabbet  ettikten sonra kapıdan çıktık, ve artık İran’dayız. Saat 11.00 falandı ama birden 12.30 oldu. İran bizden 1.5 saat ileride, saatlerinizi ayarlamayı unutmayın bu aşamada. Şoförümüz Ferşid normalde de Van – Urmiye arasında sürekli yolcu taşıdığından bizden rica etti ve 3 İran’lı misafiri de aracımıza aldık. Onlarla yol boyunca muhabbet ettik ve ilk tümenlerimizi onlardan aldık paraları tanıyalım diye. Yolculuğun bu aşamasında hiç dil sorunu ile karşılaşmıyorsunuz çünkü herkes Türkçe konuşuyor. İran’ın Türkiye’ye yakın olan kısımları da zaten Batı ve Doğu Azerbaycan Eyaleti olarak geçiyor. Sınır kapısının olduğu yerin rakımı neredeyse 2000 mt ve ağaç yok desek yanlış olmaz. Sınırdan ayrıldıktan sonra bir benzin istasyonunda durduk ve ilk şoku yaşadık. Benzinin litresinin 30 kuruş, suyun litresinin de yaklaşık 1 lira olduğunu okuyunca siz de şok yaşadınız değil mi? Ağzına kadar doldurulan depoyla devam ettik yola heyecanla ve sevinçle. Ülkemizi büyük bir bilinmezle arkamızda bırakmıştık ama şu aşamada yapabileceğimiz bir şey yoktu ve planımıza odaklanmalıydık. Yaklaşık 1,5 saat boyunca çıplak dağların arasından akan bir ırmağın oluşturduğu yemyeşil bir vadiyi takip ederek Şems’in memleketi Khoy’a vardık. Burada ayaklı bir döviz bürosundan her birimiz 100 USD karşılığı 346.000 Tümen aldık ve misafirlerimizle sıcak bir vedalaşmadan sonra Tebriz’e doğru yola koyulduk tekrar. Khoy küçük bir Anadolu şehri gibi. Her türlü meyve ağacına denk gelebilirsiniz ama Tebriz yolunda en çok ayçiçeği tarlalarına rastlıyoruz. Yollarda gördüğümüz köylerin bizim ücra köşelerde kalmış köylerimizden farkı yok, çoğu bakımsız ve terk edilmiş görünüyor. Yol boyunca Türkçe kullanılarak yazılmış birçok lokanta ve tamirci adı görüyoruz. Bu arada sınırda 2000 mt olan irtifa 1200 mt seviyesine kadar düştü.

Saat artık 16.30 civarında ve biz Tebriz’in merkezine girmeden otobandan doğrudan bizi Meshginsehr’e götürecek olan Ahar şehri yoluna giriyoruz. Saat 18.00 gibi Ahar şehrini geçiyoruz ve çok net bir İç Anadolu havasıyla karşılaşıyoruz. Hayvancılık yaygın olarak yapılıyor belli ki, tarımsal araziler ise bakımsız görünüyor genellikle, tabi meyve bahçelerini ayırıyoruz burada. İlk alışverişimizi de burada yapıyoruz bir bakkaldan. 300 gram kadar çiğdem çekirdek ve bir adet magnum gibi bir dondurma 2000 tümen. Burada para konusuna değinelim artık. Paralar İran Riyali olarak basılıyor ve mağazalarda, dükkânlarda etiketlerde fiyatlar genelde riyal olarak verilmiş. Ancak pratikte bir sıfır atılmış ve hesap Tümen olarak görülüyor. Şöyle ki; 100.000 Riyal banknot = 10.000 Tümen = yaklaşık 10 tl. Tam hesap isterseniz güncel kuru takip edin, karışık gelebilir ama çabuk alışılıyor.

Kahvaltıdan beri bir şey yemedik doğru düzgün ve çok acıktık. Saat 19.15 ve artık Meshginsehr’deyiz. Birinci hedefimiz olan Savalan Dağı her haliyle önümüzde ve bizi bekliyor. Önce bir şeyler yemeliyiz. Şoförümüz Ferşid bizi güzel bir restorana götürdü ama kapalı. Dükkân komşularından biri adamı aradı ve adam pijamalarıyla gelip dükkânı açtı. İran’da restoran işi Türkiye’den çok farklı. Muhtemelen fazla rekabet yok ve adamlar çok rahat. Her şey dolaplarında hazır bekliyor ve müşteri gelince dükkanı açıyorlar. 10 dakikada her şey hazırdı. Servis diye bir şey yok. Tabakları gelip masaya topluca bırakıp gidiyorlar. Şişler kebaplar topluca geliyor ve herkes yiyeceğini alıyor, garip bir durum açıkçası. Ama bu restoranda yediklerimiz mükemmeldi. Safranlı pilav, çorba, cacık, turşu ve kuzu gerdan gibi mükemmel bir lezzet. Ayrıca porsiyon diye bir şey de yok, ye yiyebildiğin kadar. Kişi başı 37.000 tümen ödedik. Mekanın adı Momtaze Sadaf Restaurant. Burayı kesinlikle tavsiye ediyoruz.

Toplam 8 kişiyiz ekipte, bu arada unuttuk tanıtmadık arkadaşlarımızı. İZDAK Yönetim kurulu üyelerimiz Şenda abla, Mücahit ağabey; kulüp üyelerimiz Ömer ağabey, Mehmet, Emine, Gülden, İbrahim ve ben. Kamp ve zirve için küçük bir market alışverişi yapıyoruz. Unutmayın İran’da ekmek temel gıda maddesi değil ve bulmanız hemen hemen imkânsız, bizdeki lavaşa benzeyen bir şey var ama Türkiye’de hamur işlerine düşkün biriyseniz İran’da zayıflayabilirsiniz. Market için toplamda 35.000 tümen ödüyoruz. Neler aldık; çikolata, peynir, lavaş, su, elma hatırladıklarım. 21.15 de tekrar yollardayız ve doğrudan dağın batı tarafından geçip kuzeyinden dağa doğru yaklaşıyoruz. Amacımız Shabil’e ulaşmak.

Saat 22.00 ve Shabil’deyiz. Burası aslında yerleşim birimi değil. Burada kaplıcalar var ve küçük bir oteller bölgesi denilebilir. Savalan yaz tırmanışları için de normal araçlarla gidilebilecek son nokta. Hemen hemen 12 saattir yollardayız ve yorulduk,  bir an önce kamp alanına varıp uyumak istiyoruz.  Şimdi eşyalarımızı alıp ciplere yüklemenin zamanı, son 1 saatlik yolculuğumuz var kamp için. Bu araçlar için pazarlık yapılması tavsiye edilir, kafalarına göre fiyat çekiyorlar. 96.000 tümen cip başına fiyat verdiler. Cipler eşyalarla beraber 6 kişilik. Mecburen 2 cip istiyoruz, pazarlıkla cip başına 80.000 tümene anlaşıyoruz. Geçen yıl buraya gelen arkadaşlarımızın raporlarında fiyat 60.000 tümendi. Açıkçası yorgunluk bizi pazarlıkta geri düşürdü. Özetle kişi başı 20.000 tümen (sadece gidiş) ödeyerek ciplere geçtik. Bu kısmı ilgili videolarda bulmanızı şiddetle öneririm çünkü bu kadar parayla bu kadar eğlenceli bir yolculuk sanırım hiçbir yerde yapılamaz. Cipler 50 yıllık Land Rover, baş döndürücü bir benzin kokusu var  ve yol ancak bu kadar bozuk, tehlikeli, virajlı olabilirdi. Sarsıntılı, bol adrenalinli bir  45 dk sonrasında nihayet Hüseyniye kamp alanındayız.  Programımıza göre cumartesi gecesi Tebriz’de konaklayıp buraya dinlenmiş olarak gelecektik ancak sınırın kapanması bizi 1 gün geciktirdi. Programımızdan geriye düşmedik ama dinlenmiş olarak gelemedik. İran’da dağcılık bizde olduğundan daha popüler ve bu durum dağ evlerinin varlığına ve imkânlarına da etki etmiş durumda. Hüseyniye dağ evi yeterli imkânlara sahip. Her türlü meşrubat, basit yiyecekler bulmak mümkün. Ranza sistemiyle döşenmiş barınaklar var. WC imkânı mevcut, el yüz yıkamak için sürekli akan bir çeşme de var. Kışın ücretsiz burası ama yaz için federasyon ihale etmiş işletmecilere. Kişi başı 10.000 tümen verdik konaklama için ve odanın asma kilidinin anahtarı bizde. Bir de sizi bekleyen bir sürpriz var burada. Küçük bir ayı ailesi her akşam kampı ziyaret edip kalan yemekleri takip ediyor. İnsanlara alışık durumdalar ve oradakilerin deyişiyle kimseye bir cezaları yoktur. Ana baba ve iki baladan oluşan bu aile kamp dışında ise pek karşılaşmak istemeyeceğiniz şeyler.  Saatler gece yarısını gösterdiğinde uyumak üzereyiz. Normalde 02.00’de tırmanışa başlayacaktık ancak oradaki arkadaşlar yol üzerinde başka ayıların da olduğunu bu nedenle diğer gruplarla beraber hareket etmemizi tavsiye ettiler. Biz de bu tavsiyeye uyduk ve saat 03.30’da uyanıp bir şeyler atıştırıp 04.15’de harekete geçtik. Hava şartları mükemmeldi, 7-8 derece civarında bir sıcaklık vardı ama rüzgarın olmayışı bizi rahatlattı. Bizden başka yabancı yoktu anladığımız kadarıyla. Aramızda uzun mesafeler olmakla beraber 4-5 grup toplamda 40 kişi kadar tırmanıyorduk. İlk yarım saatte tempomuz olması gerekenden biraz fazla olunca olumsuz etkilendik ve bazı arkadaşlarımızda mide bulantısı başladı. Sonrasında tempomuzu ayarladık ve uygun bir şekilde irtifa kazanmaya devam ettik. Hepimizde baş ağrısı vardı az yada çok. Teknik olarak zorlanılacak yer yok Savalan’da yaz tırmanışında. Kışın da çok keyifli olacağına kanaat getirdik arkadaşlarla. Zemin, eğim ve yapı itibari ile çığ riski vs görünmüyor ancak yine de kışın görmek lazım tabi. Kamp alanı 3700 mt civarında, zirve ise 4800 metrelerde. Yani yaklaşık 1100 mt tırmanış bekliyor sizi. Bu arada kışın kamptaki imkânlar yok ve cipler de çıkmıyor. Yani tırmanış Shabil’den başlıyor. Hüseyniye’de barınak kapıları kışın açık bırakılıyor, Shabil’den sabah tırmanışa başlanıp burada kalınıp gece yine zirve denenebilir kış aylarında.

Tam 6 saat sonunda hep birlikte zirveye ulaştık. Saat 10.15 – 10.45 arasında kaldığımız zirvede müthiş manzarasıyla krater gölü yarı buzlu haliyle fotoğraflarımızda bize eşlik etti. Hava sıcaktan ötürü biraz puslu olmasına rağmen çok güzel bir manzara vardı zirvede. Erdebil şehri ve diğer kasabalar her yer net görünüyordu. Zirvede birçok İranlı dağcıyla da fotoğraf çekildik. Onlar için 4800 mt de olmak son derece basit gibi görünüyordu, çoğunun kıyafeti ayakkabısı uygun değildi. Pikniğe gider gibi dağa gidiyorlar. Spor ayakkabıyla çıkanları gördük. Bizimle fotoğraf çekilebilmek için adeta yarışıyorlardı. Zirvenin tadını çıkardıktan sonra inişe başladık. Burada küçük bir detay vermekte fayda var. Savalan yaz tırmanışı için krampon ve kask kullanmaya gerek yok ancak ekipte bir kişide kazma olursa iyi olur. Kısa kar geçişleri var ve yüzeyi bazı kısımlarda yumuşak değil. Dönüş rotası çıkışla aynı. Bir küçük detay daha verelim. Rotanın her aşamasında işaretlemeler yapılmış ve yolu kaybetmek mümkün değil. Kış şartlarında durum biraz değişebilir. Hiçbir aşamada gps harita vs kullanmak zorunda kalmadık. Saatler 14.15 iken tüm ekip üyelerimiz dağ evine dönmüştü. Dağ evi işletmecilerinin hazırladığı çaylarımızı içtikten ve İran karpuzundan birer dilim yedikten sonra toparlanmaya başladık. Çadır kurmadığımız, hatta bir kısmımız uyku tulumlarımızı bile çıkarmadığımız için şanslıydık. Malum zirve dönüşünde o yorgunlukla en zor şey kampı toplamak oluyor normalde. Yine kişi başı 20.000 tümen ödeyerek bol adrenalinli cip yolculuğu ile Shabil’e geri döndük. Vakit kaybetmeden eşyaları aracımıza aktarıp Erdebil’e doğru yolculuğa başladık. Saatler 15.45.

Yol boyunca otomobilleri inceledim. Araçların yarısı İran’ın kendi ürettiği arabalardan oluşuyor. Diğer yarısı da Ferşid’den aldığımız bilgiye göre Peugeot’un İran’da ürettiği arabalar. Herkesin arabası aynı neredeyse, lüks ve sıradan ayrımı yapamıyorsunuz yolda. Kamyonlar çok eski genelde, çoğu Amerikan malı ama eskiler. Sıklıkla eski Skoda tipi kamyonetler denk geliyor. Zamyad marka bu mavi kamyonetleri her yerde görmeniz mümkün ve her işte kullanıyorlar. Trafik yoğun genel olarak şehirlerarası yollarda bile çünkü Tebriz - Erdebil yolu tek gidiş tek geliş. Ama herkes aynı araçlarla aynı hızda olduğundan sıkıntı olmuyor.

Saat 17.30 oldu ve Erdebil’deyiz artık. Güzel düzenli bir şehir ve herkes Türk. Burada sadece yemek yiyip devam edeceğiz ama uygun bir restoran bulmak hiç de kolay değil. Nihayet bir kebapçıya giriyoruz ve kişi başı 30.000 tümen ödeyerek kebap, tavuk vs yiyoruz. Çıkarken yanımıza yaklaşıp Türkiye’den geldiğimizi öğrenince gözleri parlayan 15-16 yaşındaki delikanlıların heyecanını unutmayacağız. Anadolu’dan gelen Türklerle konuşabilmeyi kendileri için büyük bir şans sayıyorlar. Güzel hatıralarla ayrılıyoruz Erdebil’den saat 19.00 gibi. Yaklaşık 7 saat yolculuktan sonra gece saat 02.30 sıralarında Tahran otobanından hiç merkeze uğramadan Polour kasabasına doğru devam ediyoruz.

Programımızın 4. Günü  19/07/2016 Salı sabaha karşı 04.00’de  Polour kasabasına ulaştık. Dokuz saattir yollardayız. Savalan tırmanışını bitirdiğimizden beri minibüsteyiz ve öylece uyuduk, doğal olarak yorgun ve uykusuz haldeyiz. Burası gördüğümüz diğer yerlere göre daha canlı, daha fazla dükkân ve restoran var. Dağ turizmi etkisini net bir şekilde gösteriyor. Polour’da dağcılık federasyonuna ait dağ evinin sabah 6.00’da açılacağını öğreniyoruz. Biz de hal böyle olunca 2 saatlik süreyi Polour’da bir restoran’da çay içerek geçirdik. Tüm restoranlarda kebap ve canlı alabalık var. Federasyon dağ evi açılınca konaklama şartlarını konuşuyoruz. Federasyon yetkilisi durmadan paradan bahsediyor. İran’da sevmediğimiz tek adam buydu herhalde. Nihayetinde adama kişi başı 50 USD Demavend çıkış harcımızı verip, biletlerimizi alıp, yine aynı adama yatak ücretlerini de ödedikten sonra yine ranza sistemli bir odada uykuya daldık. Sadece duş alabilmek için ve uzanıp 4 saat uyuyabilmek için kişi başı 16.000 tümen ödedik. Geliş saatlerinizi ayarlayabilirseniz burada konaklamanızı tavsiye etmiyoruz. Gerçekten ortam hiç temiz değil. Tahran’a daha erken saatte varabilseydik orada konaklamak ve sabah Polour’a gelmek daha iyi olabilirdi. Tüm bunlara rağmen planımızda yokken 4 saat yatakta uyuma ve duş alma şansımız oldu. Bunda şoförümüz Ferşid’in bizi programımızda 5 saat öne geçirmesinin payı büyük. Çünkü ilk planlamamıza göre Tebriz’den sonraki tüm aşamalarda taksi + otobüs kullanacaktık. Sağ olsun Ferşid ile tüm yolculuk için anlaşınca işler olumlu yönde gelişti. Ferşid nam-ı diğer Marco Polo’nun aracında sıcak soğuk içecekler, sürekli wi-fi hizmeti, klima, meyve ikramı vb her şey var. Saat 11.30 gibi ayrıldık o sevmediğimiz Polour federasyon dağ evinden. Kasabada en güzel kahvaltımızı yaptık. Serpme kahvaltı gibiydi neredeyse. Omlet dedikleri şey domatesli yumurta, menemen gibi ve güzel, biz çok beğendik. Peynirler, salatalıklar, cevizler, tereyağı, bal-kaymak, zeytin. Ha zeytin deyince aklıma geldi. Zeytin isteyeceğiniz zaman sade zeytin istediğinizi belirtin yoksa size soslu çok değişik bir şey getiriyorlar ve pek bizim damak tadımıza uygun değil. Bu güzel ve bol çeşitli kahvaltıya kişi başı 34.000 tümen ödedik. Artık iyice dinlenmiştik ve Demavend macerası için her anlamda hazırdık.  Yola çıkmadan önce yine küçük bir zirve alışverişi yaptık ve toplamda 16.000 tümen harcadık grup olarak.

Size daha önce bahsettiğim mavi kamyonetler vardı ya, işte şimdi sıra onlarda. Bizi Polour’dan Gusvensara Mescit Kampı’na eşyalarımızla beraber bu kamyonetler taşıyacak. Eşyalarımızla beraber kişi başı 10.000 tümen ödüyoruz bu araçlara bizi 3050 mt deki kampa götürmeleri için. Yine sarsıntılı ama daha rahat bir yolculuk yapıyoruz. Polour ve Reyne kasabalarından gelen yolların kesiştiği yol ayrımı olarak bilinen yerde bariyerler var ve dağa çıkan gruplardan grup başına 15.000 tümen alınıyor makbuz karşılığı. Anladığımız kadarıyla bu para bir nevi depozito, inişte aynı yere çöplerini getir paranı al şeklinde. Ama dönüşte çöplerimizi getirmemize rağmen paramızı almadık, açıkçası uğraşacak durumda değildik, neyse. Öğlen 1’de Polour’dan ayrıldık ve şimdi Mescit kampındayız, saatlerimiz 14.00. Hiç vakit kaybetmeden ağır eşyalarımızı katırlara verip tekrar hazırlanıyoruz. Katırcıların çoğu Afgan kökenli, yine pazarlık yapmanız gereken bir yer. Gidiş dönüş kişi başı 100.000 tümen ödemek için anlaşıyoruz. Burada dikkat etmeniz gereken bir durum var, sakın paranın tamamını ödemeyin. Sadece gidişi ödeyin, çünkü dönüşte saatleriniz uymayabilir ve aynı katırlarla dönemeyebilirsiniz. Eğer parayı gidiş dönüş verdiyseniz bu durumda dönüş için katırcıların programına mahkûm olursunuz. 14.40’da başladık bir üst kampa doğru tırmanmaya. Tam 4 saat sonunda 4150 mt de bulunan Bargah kampına ulaşıyoruz. Oksijen seviyesinin düşmesi hızlı yorulma şeklinde kendini gösteriyor. Çok etkilenmesek de İzmir gibi bir yerden yani sıfır irtifadan buraya gelince vücudunuz size mesaj veriyor. Avrupa’nın değişik ülkelerinden birçok kişi var kamp alanında ve dağ evinde. Diyabet hastalarının olduğu 30 kişilik bir grup var. Diyabet hiçbir aktiviteye engel olmaz sloganı için bir organizasyonla gelmişler buraya. Bu ekibin rehberlerinin Musa ve Ali isminde Doğubayazıtlı iki kardeş olduğunu öğreniyoruz. Ben dağ evinin marketinde bir şeyler sorarken denk geldim Ali’ye. Çok samimi sıcak bir arkadaş. Ne ihtiyacınız olursa yardım ederiz ağabey diyerek ayrıldı yanımdan. Çok yoğundu çünkü diyabet hastaları grubuna rehberlik yapıyordu ve sıkıntılıydı. Grup bugün aklimatizasyon için 4800 mt seviyesine çıkmış ancak 12 saatte hala kampa dönmekte olanlar vardı.  Yine çadır kurmayız, yatacak bir yer buluruz derken dağ evinin tamamen dolu olduğunu öğrendik Ali’den. Çadır kurmak gerçekten can sıkıcıydı şimdi. Şimdi neyse de yarın toplamak tam anlamıyla eziyet olacaktı. Çaresiz işe koyulduk, en hızlı şekilde çadırlarımızı kurduk ve bir şeyler yemek için dağ evine girdik. Ali ve Musa kardeşler sağ olsunlar bize çok güzel bir çorba ve çay getirdiler. Musa durumu ayarlamıştı, toplamda 20.000 Tümen ödedik akşam yemeğimiz için. 4100 kampına geldiğimizden beri arkadaşlarımızdan birinin mide bulantısı had safhada. Yemek yiyemedi ve doğrudan çadıra girip dinlenmeye çalıştı. Bir diğer arkadaşımız da pek bir şey yiyemedi. Gerektiği kadar sıvı almadığımızı bu konuyu ihmal ettiğimizi biraz geç anladık. Yine de kendimizi toparlayıp hazırlıklarımızı tamamlayıp çadırlarımıza çekildik. Tüm hava durumu raporları açık ve rüzgârsız bir hava vermesine rağmen biz çadırlardayken rüzgar ve soğuk başladı. Yani ne olursa olsun hava raporlarına yüzde yüz güvenilmemeli ve tedbirli davranılmalı. 02.30 da hepimiz uyanmıştık. Sıcak bir şeyler içmek için yine yemek salonuna gittik. Biraz bal, çay, lavaş, peynir tüketmeye çalıştık. Bu dağ evinde de yok yok. Mesela yanımızda hiç su taşımadık, tüm sularımızı buradan aldık. Nestle su 1,5 litre 3000 tümenden satılıyor. Geceden rahatsız olan arkadaşımız hiç başlamamayı tercih etti, onu çadıra uğurlarken biz de yola hazırdık artık. Arkadaşımız için her ne kadar üzülsek de temel amaç sağlıklı gidip sağlıklı dönebilmek olduğundan hepimiz doğru karar verildiğinin farkındaydık. Dağda ufak da olsa sağlık sorununuz varsa bu sorun size tahmin edemeyeceğiniz şeylere mal olabilir, hele ki 5000 metrelerin üzerindeyseniz.

Son kontrollerimizi yapıp 20.07.2016 Çarşamba sabah 03.20’de tırmanmaya başladık. Yine tüm patikalar açık ve işaretliydi. Güzel bir eğimde ve zeminde 1 saatte 400 mt irtifa kazandık. 2. Saatte üzerine 300 mt daha koyunca bu bize moral oldu. Artık 5000 mt sınırındaydık ve planımıza göre zirve için 6 saatimiz daha vardı. Çok güzel bir tempoda acele etmeden ve kendimizi sıkıntıya sokmadan devam ettik. Donmuş şelalenin sağ taraftaki görüntüsü muhteşemdi. Rüzgar yokken her şey güzeldi ama yine rüzgar başladı. Rüzgar durumu ancak bu kadar tersine çevirebilir. Bir ara ekip üyelerimizden birinin el parmaklarının morardığını fark ettik ve bir kat daha iç eldiven giymesini sağladık. Yine arkadaşlarımızdan bir diğeri irtifadan fazlasıyla etkilenmeye başladığı için riske girmeden 5200 mt seviyelerinden geri dönme kararı aldı. Rota üzerinde bir grup İranlı ile beraber hemen hemen aynı tempoda gidiyorduk, zirveye kadar oldukça muhabbet ettik onlarla. Bir noktada bizimle yanlarında getirdikleri sarımsağı paylaştılar. Sarımsak bu irtifada olumlu yönde inanılmaz etkili. Zirveye varmadan son 200 mt de bu sefer biz yanımızda getirdiğimiz limonu paylaştık. Limon ve sarımsağın bu kadar rahatlatıcı etkisi olacağını tahmin edemezdim. Bu ikisini mutlaka alın yanınıza. Demavend halen aktif olduğu için son metrelerde sıklıkla kayalardan gaz çıkışı var. En önemli endişelerimizden biri bu durumdu. Ancak rüzgar yardım etti ters yönden eserek ve neredeyse hiç etkilenmeden atlattık o bölümü. Şunu belirtmek gerekir ki rüzgar çıkan gazla beraber üzerinize doğru eserse açıkçası tıbbi maske gözlük vs pek işe yaramayacaktır. Çünkü bazı bölümlerde gaz çıkışı çok yoğun, fabrika bacasından pek farklı değil.  Son metrelerde rüzgarın da etkisiyle çok bitkin düştük. Üç adım attıktan sonra 2-3 dk dinlenmeden mümkün değil bir adım daha atamaz duruma gelmiştik. En nihayetinde saatler 10.15’i gösterdiğinde planladığımızdan 1 saat önce altı İZDAK üyesi olarak zirveye ulaştık (5671 mt). Zirve oldukça geniş, korunaklı alanlara sahip ve fotoğraf çekimi için çok güzel manzaralar sunuyor. Tüm ekip üyesi arkadaşlar birbirlerini sarılarak kutladılar. Tırmanırken tanıştığımız İranlı ve diğer ülkelerden gelen arkadaşlarımızla da birbirimizi tebrik ettik. Bol bol fotoğraf çekildikten ve zirvede bulunmanın doyumuna ulaştıktan sonra iniş için motive oluyoruz. Saat 11’de başlayan iniş eziyeti –eziyet diyorum çünkü rüzgar hiç peşimizi bırakmadı ve zemin bizi inanılmaz zorladı ya da biz çok yorulmuşuz- 15.00 gibi kamp alanında son buldu. Sağ olsunlar kampta bulunan iki arkadaşımız bizi sıcacık çayla karşıladılar. Bu çay çok kıymetliydi çünkü İran’da hazırlanan çaylar çok açık ve bizim alıştığımız tarzda değil. Ama kampta arkadaşlarımız bize Türkiye’den getirdiğimiz çaylardan hazırlamışlar. Hiç çay içmeyen ben iki kupa çay içtim. Çok yorgun olduğumuz için kendimize 2 saat dinlenme hediyesi verdik. Tam anlamıyla uyuyamasak da bu dinlenme süresi çok iyi geldi. Hızlıca çadırlarımızı toplayıp aşağı inmek niyetindeydik. İyi ki katırlar için paranın tamamını ödememişiz çünkü bizi çıkaran katırcılar yoktu ortalıkta ve biz hemen başka biriyle anlaşıp kişi başı yine 50.000 tümen ödeyip zaman kaybetmeden yola koyulduk saat 17.20 gibi. Güzel zemin üzerinde 4 saatte tırmandığımız iki kamp arasını 2,5 saatte kat ederek Zamyad mavi kamyonetlerin bizi beklediği Mescit Gusvensera kampına ulaştık. Eşyalarımızı kamyonete yükledik ve çok güzel bir havada sarsıntılı olmasına rağmen faaliyeti sağlıklı ve başarılı bir şekilde bitirmiş olmanın sarhoşluğuyla, keyifle aşağıya Polour federasyon dağ evine indik (20.00 – 21.00). Zihnen bizim için faaliyet burada sona ermişti çünkü bu aşamadan sonra herhangi bir tırmanış yoktu. Otele gidip güzel bir duşla aklanıp paklanıp güzel bir uykuyla dinlendikten sonra hedefimiz Tahran ve Tebriz’i keşfetmekti.

 Karnımız zil çaldığından Tahran yolu üzerinde bir restoranda aldık soluğu. Ne bulduysak yedik, tabi sadece kebap bulabildik. Kişi başı 58.000 tümen ödedik yemek için -ki İran’da verdiğimiz paraya değmeyecek tek yer burasıydı.  Polour – Tahran arası normalde 2 saat sürüyor araçla ama biz yemek için zaman harcadığımızdan 3 saat sonunda saat 00.30 gibi Tahran merkezinde bulunan Shahriyar Otel’e ulaşıyoruz. 3 yıldızlı ama güzel, temiz bir otel burası, oda + kahvaltı için her birimiz 90.000 tümen ödeyeceğiz.  Toz topraktan arınmak kolay olmadı ama duş sonrası o kadar güzel uyumuşuz ki. Sabah 9’da kalkıp Tahran gezisi için kıyafetlerimizi ayarladıktan sonra kahvaltıya iniyoruz. Oldukça dinç ve huzurluyuz, tek sorunumuz Türkiye’den gelen haberler. Kahvaltıdan sonra yine ayaklı bir döviz bürosu bizi otel lobisinde ziyaret ediyor. 100 USD = 345.000 Tümen üzerinden tüm arkadaşlar farklı miktarlarda para bozduruyoruz. 21/07/2016 Perşembe günündeyiz. Artık Tahran gibi bir mistik bir iklime adım atmaya hazırız.

Ferşid’in bir arkadaşı bize Tahran için rehberlik yapıyor. Önce tarihi kapalı çarşıya gidiyoruz. Tarihi ama bakımsız dükkanlardan oluşan bir yer burası ve çok büyük. Her çarşıda olduğu gibi bunaltıcı bir kalabalık var. Klasik bir doğu ülkesi çarşısı; daracık sokakların içinde kalabalığı yararak ilerlemeye çalışan el arabalarıyla eşya taşıyanlar, tam sokağın ortasında sanırım hayır niyetine limonata dağıtanlar, birbirinin neredeyse aynısı esnaflar, karmaşıklık. Birkaç bilgiyi paylaşmakta fayda var. Türkiye’de altının gramı 110 TL iken İran’da 146 TL idi. Ama gümüş fiyatları aynı gibi ve güzel şeyler bulunabilir. Kapalı çarşı içinde satılan ürünlerin yarıdan fazlası made in Turkey. Yani özgün bir şeyler bulmak biraz zor olabilir. Genel olarak fiyatlar Türkiye’den çok da farklı değil hatta bazı şeyler daha pahalı diyebiliriz. Çarşıdan sürme, kına, şal, şeker gibi birkaç hediyelik aldık. Çarşıdan bunaldık ve Khah Gülüstan müzesinde aldık soluğu. Giriş 30.000 Tümen. 400 yıl öncesinde inşa edilmiş ve birçok devlet başkanına ev sahipliği yapmış bir saray burası. Açıkçası beni tatmin etmedi bu mekan. Fakat Nasreddin Şah’ın suikasta uğradığı anda üzerinde oturduğu koltuğun olay anından beri öylece korunup üzerinde Şah’ın kanı ile sergilenmesini unutmayacağım. Müzeden çıktıktan sonra devlet binalarının bulunduğu caddelerden geçerek otele döndük. Maalesef mimari zayıf, bir tek adalet bakanlığı binası dikkat çekici. O binanın da Nazi Almanyası tarafından yaptırıldığını ve yukarıdan bakınca gamalı haç figürünün görüldüğünü öğrendik. Dikkat çeken bir başka detay da şu Tahran için. Tahran’da kesinlikle bir İslam Cumhuriyeti’nde olduğunuz havasına kapılamazsınız çünkü bahsedildiği gibi çok kapalı bir yer değil. Özellikle bayanlar tahmin edildiğinden daha rahatlar. Emin olun neredeyse kara çarşaflı kimseyi görmedik. Tüm bayanların başında küçük bir şal var ve başlarının sadece yarısını kapatıyorlar. Makyaj yapmayan bir bayana rastlamadık. Üzerine tunik tarzı bir şey giymek kaydıyla dar pantolon giymek serbest. Kadınların erkeklerle konuşmasına ya da alışverişine mani bir şey de yok. Herkes rahatça yemek yiyip kadın erkek karışık dolaşabiliyor. Bir diğer durum da ezan konusu. Biz İran’da hiç ezan duymadık ve cami sayısı Türkiye ile kıyas edilemeyecek kadar az. 

Otelden eşyalarımızı alıp aracımıza yerleştirdikten sonra gezimize aynen devam ediyoruz. İran’da dağcılık çok yaygın olduğundan ve daha önceki duyumlarımızdan dolayı dağcılık malzemeleri satan mağazaları öğreniyoruz. Tahran’da çok fazla spor mağazası var ve özellikle gençler belli ki spora düşkünler. Hatta bir ara İran Sağlık Bakanlığı’nı Canan Karatay’ın yaptığını düşündük. Çünkü ekmek yok, eczane yok, ilaç yok, organik olmayan bir şeyin satılması ülkeye sokulması yasak, tarımda ilaç kullanımı kısıtlanmış ve tüm bunların sonucunda İran’da biz göbekli amcalar teyzeler ya da obeziteye mahkum gençler görmedik. Neyse, bulduğumuz bir dağcılık mağazasına giriyoruz. Çok fazla taklit ürün var Çin’den gelen ama bu konuda satıcılar dürüstler, size bir ürün orijinal mi değil mi hemen söylüyorlar. Fiyatları kontrol ediyoruz ve orijinal bir dağ malzemesinin ya da teknik bir aletin fiyatının Türkiye’den daha pahalı olduğunu görüyoruz. Fazla bir şey almadan alamadan ayrılıyoruz bu mağazalardan.

Yine karnımız acıktı, artık kebap yemek istemediğimiz için aperatif şeyler hazırlayan bir dükkana giriyoruz. Pizza ve sandviç sipariş ettik. İran’da yediğimiz en güzel şeyler bunlardı, özellikle pizza mükemmeldi. İran’da salata kültürü de yok, kebapların yanında garnitür de gelmiyor. Bu yüzden biz sandviçlerin içinde yeşillik görünce çok mutlu olduk. Bizim Türk olduğumuzu öğrenince İrem Derici şarkıları açılması da dükkanda ki iki bayan çalışanın güzel bir jesti olarak hafızalarımızda yerini aldı. Kişi başı 30.000 tümen ödeyerek çok sıcak bir şekilde vedalaşıp ayrılıyoruz buradan. Dostumuz Ferjid’i uykusuz olduğu için dinlendirmemiz gerekiyor çünkü gece boyunca bizi Tahran’dan Tebriz’e ulaştırmak için direksiyon başında olacak. Bu nedenle biz bir alışveriş merkezine giriyoruz. Tahran merkezinde Carrefour amblemli ama ismi farklı pek de büyük olmayan bir AVM. İçeride market ve mağazalar var. Yine fiyatları kontrol ediyoruz, sonuç aynı. İran’da orijinal ürünler Türkiye’den daha pahalı. Yine de birkaç hatıra ve hediyelik eşya satın alıyoruz. Taze sıkılmış karışık meyve suyuna da 10.000 tümen verdik. Bu AVM’de bayanlara özel, vitrinlerinden içerisi görülmeyen, erkeklerin girişine kapatılmış bir mağaza var. Sanırım adı woman secret gibi bir şeydi. Bayan arkadaşlarımız buraya girdiler ve böyle bir mağazanın Türkiye’de bile çok az bulunabileceğini söylediler. Söylemiştik, İran sanıldığı gibi bir yer değil. Genel olarak trafik yoğun olmasına rağmen akıcıydı bunu paylaşmıştık daha önce ama yine bir klasik ile karşı karşıya kaldık. AVM’den çıkıp aracımıza yerleştikten sonra yan yoldan ana yola AVM trafiğinden ötürü 20 dk da zor çıktık. Bizdeki hatanın aynısı burada da var, şehrin ortasında alışveriş merkezi.

Artık şehrin içinden başlayan otobandayız ve saatlerimiz 23.00 civarını gösteriyor. Otobanda 6 gidiş ve 6 geliş olmak üzere 12 şerit var. Şaka değil, üstelik yolun orta refüjünde bulunan aydınlatma direklerinde ışıklar bizdeki gibi belli bir bölümde değil; yüzlerce kilometre boyunca aydınlatma devam ediyor. İşte petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olmak böyle bir şey. Tahran çok geniş bir alana yayılmış, uzunca bir süre ilerlememize rağmen şehir bitmiyor. Akşamları ve geceleri herkes dışarıda. Dinlenme tesislerinde herkes arabasının bagajının üstünde yada hemen yanı başında bir kilim serip piknik gibi bir şey yapıyor, yiyip içip muhabbet ediyorlar. Bu duruma çok şaşırdık, insanlar çok rahatlar ve kalabalıklar gecenin bu saatinde. İzmir Kordon’da çimlerden farklı değil ortam,sadece çim yerine asfalt ve beton var. Ama Ferjid’in söylediğine göre çok geniş ve büyük parklar var Tahran’da, mutlaka görmelisiniz diyor. Ne yazık ki vaktimiz yok mecburen gece yolculuğu ile Tebriz’e dönmeliyiz. Gecenin karanlığında çıplak ovalar ve dağların içinden uyur uyanık şekilde yaklaşık 700 km yol kat edip sabah Tebriz’e varıyoruz. 22/07/2016 Cuma.

Kahvaltı için uzunca bir süre yer aradık. Ararken Tebriz’in Tahran’dan daha farklı bir yer olduğunu fark ettik. Tebriz daha yeşil ve daha sakin, açıkçası ben biraz Bursa havası sezdim. Ancak Tahran’da görmediğimiz şeyler de gördük. Hoparlörlerle sokaklara yayın yapılan Kur’an-ı Kerim tilavetleri, üzerinde çeşitli ayetlerin yazılı olduğu yeşil kadife bayraklar vb gibi şeyler hemen dikkatimizi çekti. Caddeleri geniş ve çok temiz bir yer Tebriz. Kahvaltı için bulduğumuz mekan çok güzeldi, yemyeşil ve sular içinde. Sadece omlet, peynir, bal ve kaymak yiyip, çay içtik. Garsonlardan biri masayı toplamak için geldi ve kelimenin tam anlamıyla masayı topladı. Masa üzerine serdikleri kağıt gibi bir şey var. Garson üzerinde tabak, çatal, bardak ne varsa her şeyi o kağıtla bohça yapıp alıp götürdü. Şaşkınlıkla bakakaldık öylece. Bir başka şaşırtıcı olayı da hesap öderken yaşadık, kişi başı sadece 7.000 tümen verdik. En ucuz öğünümüz buradaydı. Tebriz’de de kapalı çarşı var ve biz çarşıya girdiğimizde saat 10 civarındaydı ancak dükkanların çok küçük bir kısmı açılmıştı henüz. Buradan Ahmed Tea, şeker, hurma gibi şeyler aldık. İran hurması gerçekten eşsiz, çok beğendik. İlginç dükkanlar da var. Sadece kuyruk yağı satan kasaplara denk geldik. Normal kasapların da ürünleri genelde dışarıda öylece teşhir ediliyor. Kapalı çarşıdan çıkınca gümüşçülerin olduğu bir pasajda özellikle bayan arkadaşlarımız artık son günümüz olması ve paraya ihtiyacımız kalmamasını da göz önüne almış olacaklar ki girdikleri dükkan sahiplerini ihya ettiler. Hava burada da çok sıcak ama dikkat çeken bir başka konu da sebiller. Bizde olduğu gibi herkes elinde pet şişeyle gezmiyor çünkü adım başı sebil var ve hepsinden soğuk su akıyor. Enerji ucuz ne de olsa. Tebriz’de herkesin Türkçe konuştuğunu da notlarımıza ekleyelim.

Saat 11.30 gibi Tebriz’den ayrılıyoruz artık. Ayrılırken şehrin yapılarına şöyle bir bakıyoruz, dikkat çekici mimari bir durum göremedik. Ama yeni binalarda (aynı şey Tahran için de geçerli) kesinlikle Türk müteahhitlerin imzası var, ya da TOKİ buralara da el atmış. Zevksiz ve estetikten uzak öylece dikilmiş apartmanlar çoğunluğu elde etmeye başlamış. Yol boyunca şarkılar eşliğinde etrafı izleyerek Türkiye’ye doğru devam ediyoruz. Sınıra az bir mesafe kala yine o baştaki benzin istasyonuna giriyoruz. Depoyu ağzına kadar doldurdu yine Ferşid. Moralimiz bozulmasın diye bakmadık ne kadar ödediğine. Benzin istasyonunda Türkiye’den gelen bir aileye rastlıyoruz, İran’a gelin almaya gidiyorlarmış.

Öğleden sonra sınır kapısındayız artık. İran pasaport kontrolde bizi hatırlıyor yetkililer ve nasıldı diye soruyorlar, ayaküstü muhabbetten sonra ve işlemlerimizi yaptırdıktan sonra hoş geldik memleket. Gümrük memuru ve polis arkadaşlar yine çok yardımcı oldular bize ve şanslı olduğumuzu ifade ettiler. Geldiğimiz cumartesi İran kapılarını kapatmıştı, biz Pazar günü çıkış yaptık, pazartesi günü de Türkiye çıkışı kapatmıştı. Gerçekten şans hep yanımızdaydı. Birçok hatırayla ve hediyeyle doldurduğumuz çantalarımızı x ray den geçirip, yetkili arkadaşlarla da vedalaşıp tekrar aracımıza yerleştik. İran maceramızın sona ermesinin hüznü ama her şeyine rağmen vatanımıza gelmenin sevinciyle geçen 2 saatlik bir yolculuktan sonra Van’da bizi karşılayan Hasan ağabeyimizin müdürü olduğu Urartu Otel’e ulaşıyoruz. Eşyalarımızı odalarımıza çıkardıktan sonra Van caddelerinde dolaşmak için dışarı çıkıyoruz. Her yer canlı, kalabalık ve her yerde Türk bayrakları var. Tavsiye üzerine gittiğimiz bir dükkandan nefis otlu peynir alıyoruz. Dostumuz Ferşid için de küçük bir hediye aldıktan sonra otele dönüp bir hatıra videosu kaydettik. Artık kendimizi bu yorucu maratondan sonra ödüllendirmenin vakti gelmişti. Huzur Restoran. Mükemmel mezeler, gerçek kebaplar ve biraz rakı eşliğinde keyfine doyum olamayacak bir muhabbetle geceyi noktalıyoruz diyecektim ki hayır noktalamıyoruz. Otele varınca canımızın künefe çektiğini fark ediyor ve caddede bulduğumuz dükkandan künefelerimizi alıp hep beraber güzel bir final yapıyoruz. Geç saatlere kadar susmayan araba kornaları ve sloganlarla uyumaya çalışıyoruz. Sabah erkenden kısa bir kahvaltı sonrası memlekete gitmek için yine havaalanı yollarındayız. Havaalanında işlemlerimizi yaptırdıktan sonra Ferşid ve Hasan ağabey ile vedalaşıyoruz. 8.35 de gökyüzüne doğru yükselmeye başlamıştık bile. Saatler 11’e gelirken de İzmir’e kavuştuk artık.

Koskoca bir haftayı böylece bitirmiş olduk. O kadar çok anı biriktirdik ki bu bir haftada, ne fotoğraflara ne videolara ne de satırlara sığdırabiliriz. İnsan ne olursa olsun yaşadığı topraklara olan bağlılığını ayrı kalınca yüreğinde hissediyor. Birçok şey öğrendik bu bir haftada, naçizane paylaşmaya çalıştık sizlerle. İran kesinlikle gidilesi, görülesi bir yer. Özetle 40 yıllık bir ambargoya ve olumsuzluklara rağmen halkı mutlu görünüyor. İnsanları saygılı ve bizleri çok seviyorlar. Daha fazla köprü inşa edilmeli iki toplum arasında.

Başarıyla sona eren bu faaliyetin fikir öncülerine, her türlü desteği sağlayan İZDAK ve üyesi dostlarımıza, tecrübelerini bizlerle paylaşan diğer dağcı arkadaşlarımıza, Türkiye’de ve İran’da bize kolaylık sağlayan tüm yetkili kişilere, gittiğimiz yerlerde bizi tebessümle karşılayıp sıcak misafirperverlik sunan isimlerini bilemediğimiz kardeşlerimize, yüreği bizimle atan tüm sevdiklerimize sonsuz teşekkür ediyoruz; selam olsun hepinize.

Özgürce, heyecanla, cesaretle ve sağlıkla daha nice zirvelerde buluşmak dileğiyle.

 

 

 

HARCAMALAR

Uçak Bileti                                                       410.00 TL             İzmir - Van          Van – İzmir         Gidiş Dönüş 

Pasaport Giderleri                                           600.00 TL             Emniyet müd.’den  güncel bilgilere bakınız.

Yurtdışı çıkış harcı                                          15.00 TL

Van’da konaklama                                          25.00 TL               Sendika misafirhanesi   (iletişim:123456789)

Van Gölü’nde kahvaltı                                    35.00 TL

Van’da akşam yemeği                                    40.00 TL              Yerel restoran

Van’da kahvaltı 2                                            20.00 TL              Simitevi

Meshginsehr’de akşam yemeği                      37.000 Tümen

Savalan zirve alışverişi                                   35.000 Tümen    Tüm ekip için

Shabil – Hüseyniye Kamp Alanı                     10.000 Tümen    Kişi başı yek yön Cip ücreti

Savalan Kamp Yatak Ücreti                           10.000 Tümen    Kişi başı

Hüseyniye – Shabil                                        10.000 Tümen    Kişi başı yek yön Cip ücreti

Erdebil ‘de akşam yemeği                             30.000 Tümen

İran Dağcılık Federasyonu harcı                   50.00 USD          Kişi başı

İran Dağcılık Fed. Dağ evi konaklama          16.000 Tümen    Kişi başı

Polour Kahvaltı                                              34.000 Tümen    Kişi başı

Polour – Mescit kampı Gusvensera              10.000 Tümen    Kişi başı eşyalarla beraber tek yön kamyonet

Gusvensera – Bargah kampı                        50.000 Tümen    Çanta başına katır ücreti tek yön

Demavend Zirve Alışverişi                            16.000 Tümen    Tüm ekip için

2. Kampta çorba                                           4.000 Tümen

2. Kampta  su 1,5 lt.                                      3.000 Tümen

Dağa Giriş Ücreti                                          15.000 Tümen    Tüm ekip için

Tahran’da Otel                                              90.000 Tümen    Kişi başı

Tahran’da müze                                            30.000 Tümen    Kişi başı

 

***        Diğer harcama detayları ve tüm sorularınız için lütfen İZDAK yönetimi ile irtibata geçiniz.

Telif Hakkı © 2013. İzdak Dağcılık Kulübü . Tüm Hakları Saklıdır.